SANSÜR NE ARAR LA BAZARDA?

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Emir aldı götürdü, satamadan getirdi...

Dur durak bilmeden sizlere mevye ve zebse sunmaya devam eden Degisik Bir Manav olarak naçizane bendeniz size bulunması zor ve tadı da bir o kadar karışık olan Emir Zümrüdü isimli mevyemizi ay sonunda ithal etmiş olacağımızın müjdesini vermekten gurur duyarım!

Öncelikle sizlere Emir Zümrüdü mevyemizin tarihçesinden bahsetmek istiyorum. Emir Zümrüdü mevyesi ilk olarak 1500lü yıllarda Osmanlı İmparatorluğunun Afrika kıtasını fethi sırasında keşfedilmiştir. Aslında anlatacağım hikaye keşif hikayesidir.

Osmanlı imparatorluğu Afrika kıtasını fethetmeye başlamış, Afrika üzerinde Somali'yi fethettikten sonra orada yerleşmeye başlamıştır. Bu yerleşmelerin sonucunda oradaki ailelerin de çocukları olmuştur tabi. Neyse, o çocuklar kendilerine oyun ararken etraftaki taş tahta toprak ne buldularsa karıştırmış ve değişik oyunlar ortaya çıkartmışlardır. Daha sonraları anlatılanlara göre Emir isminde bir çocuğun yerden kahverengi bir şey aldığı ve arkadaşlarına bunu saklayacağız ve sonra bulacağız şeklinde garip bir teklifte bulunduğu ortaya çıkmıştır.
Ebe olan arkadaşı sayarken Emir ismindeki çocuğumuz elindeki kahverengi şeyi alıp saklamaya gitmiş ve dönmemiştir. Aradan geçen zaman içerisinde ailesi çocuklarını aramış, bulamamış, vazgeçmiş veya kaçırıldığını düşünmüş ağıtlar yakmış olsalar da Emir tam 30 sene sonra ortaya çıkmış ve "bulamadınız beni oysaki ben mağarada gizlenmiştim" demiştir. 30 sene boyunca mağarada gizli durduğunu ve yerden bulduğu o kahverengi şeyin içinde Zümrüt gibi değerli bir maddenin olduğunu insanlara anlatsa da insanlar onu 30 sene sonra ortaya çıktı bizi kandırmak istiyor yalancı bu Emir öldü çoktan diyerek pek dinlememiştir.
Emir öldükten sonra Osmanlı duraklama devrine girmiş ve elde avuçta ne varsa satmaya başlamıştır. Satarlarken kahverengi şeyin içinde gerçektende bir hazine olduğunu şans eseri keşfederler. Ve halk Emir'in gerçekten de 30 sene boyunca bir mağarada saklandığını ve bu buldukları şeyi yediği gerçeğini kabul eder. Tabi elde avuçta ne varsa satmaları gerektiğinden bu buldukları şeyi de satarlar, ve bu hikayeyi de satarlarken anlatırlar. Emir aldı götürdü satamadan getirdi diye özetleyen bir çocuk sayesinde ise bu hikaye günümüze kadar gelir.
Hikayeyi duyan ve mevyeyi satın alan İngiliz bir tüccar ise "Emir aldı" kısmını "Emerald" diye telaffuz eder, İngilizce Zümrüt kelimesinin buradan geldiği varsayılmaktadır.

İşte böyle bir hikayesi olan Emir Zümrüdü mevyemiz Ağustos ortasında veya sonlarına doğru manavımıza gelmiş olacak. Siz kıymetli müşterilerimizin bu mevyeyi kaçırmayacağını bildiğimizden tam 7 kilo getirtiyoruz. 1 kilo içerisinde yaklaşık 6 tane Emir Zümrüdü mevyesi vardır. İstenirse adet halinde de satabileceğimiz mevyemizin fiyatı kilo bazında 45bin Pound tane bazında alınmak istenirse 6bin Pound olarak belirlenmiştir. Şimdiden afiyet olsun!

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Fetto in da house

Yaz geldi dedik Türkiye için ama pek de gelmemiş gibi olduğundan ne mevye ne de zebse konusunda pek bir şeyler yazamadık. O yüzden ne yaptık attık kendimizi tropikal iklimli topraklara oralarda kah güldük kah eğlendik. Ve siz elit müşterilerimiz için gelirken de yanımızda yine değişik ve bir o kadar da güzel olan Fetto mevyesini ithal ettik.
Fetto bu sene alışılmışın dışında bir tada sahip. Her sene ekiminde yapılan değişiklikler sayesinde biraz daha naturel ve orjinal bir tada sahip olan Fetto bu sene damağınızda önce güneşin sıcaklığını ardından kutupların soğukluğunu hissettirecek bir tat bıracak. Tahta kutularda ülkeye getirdiğimiz için nostaljik bir havaya da sahip.

Ayrıca şunu belirtmeliyim ki geçen sene moda olan buzlu içecekler ile Fetto yeme alışkanlığınızı bu sene bir kenara bırakacaksınız. Çünkü artık Fetto ile buz karıştırılacak ve öyle içilecek. Tabi isteğe göre yanında süt, keçi sütü tabi ki, sütün yanında bir de bal ilave edilebilir. Bunlar ilave edildikten sonra Fetto içeceğimizi hazır hale getirebiliriz. Tabi ki bal şart değil, hele sizin gibi şekerler için hiç de gerek yok, sırf fakirlerin canı çeksin diye yazdım zaten.

Fiyatta bir değişiklik yok bu sene de, yaklaşık 5 senedir hiç zam yapmadığımız tek ürün neredeyse Fetto. Yalnız bu sene bir değişiklik yaptık, geçen sene evinize kadar gelip teslim ediyor veya misafirlerinize Fetto ikram ediyorduk biliyorsunuz. Bu sene siz gelip teslim alıyorsunuz. Çok ısrar edilirse belki, o da çok düşük bir ihtimal, biz teslimi gerçekleştirebiliriz. Afiyet olsun.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Yaz geldi, mevye çeşitlerimizi açıklayalım.

Yazın gelmesiyle birlikte bünyelerde bir rahatlama başladı tabi, ama tabi bu rahatlamanın mevyelerimize yansıması sadece fiyat bazında oluyor. Yoksa başka bir şey yok, boşuna beklemeyin. Yaz geldi işte efendim sizin ürünler niye fiyat olarak artıyor falan demenize gerek yok çünkü ben de tatile çıkıyorum biliyorsunuz. Hoş aynı yerlerde tatil yapma imkanımız yok, aynı kaldırımda dahi yürüyemeyiz sizinle öyle bir hayal de kurmayın. Neyse konumuza dönelim, yaz geldi ilk mevyemiz KEŞİŞ.


Fakir halk kısmının aldığı çilek gibi görüntüsü olan Keşiş mevyemizin tadı biraz farklı. Ucundan ısırıldığı takdirde sorun yok, yalnız yalanıp yenilirse ortaya kırmızı beyaz karışımı bir sıvı yayılıyor. Bazı bilimadamları bu sıvının sadece erkek keşişlerden geldiğini öne sürse de bizim elimizdeki bazı kadın keşişlerden de böyle bir sıvı geldiğine şahit oldum. Bu cümlemden de anlaşılacağı gibi keşişlerin cinsiyeti de var. Dibindeki yeşil yapraklara doğru geldikçe ferah bir tad almaya başlıyorsunuz. Günde 3 taneden fazlasını doktorlarımız tavsiye etmiyorlar.

Normal şartlarda üretiliyor. Seracılık ile kesinlikle üretilemiyor, %100 organik yani. Keşişlerimiz özellikle ve özellikle Fransa'daki restoranlarda çok tercih edilen bir mevye. Dişi keşişler erkek keşişlere göre %30 daha pahalı. Siparişlerinizde bunu göz önünde bulundurmanızı rica ediyorum, 100 gr. keşiş için 4.500 Euro ödemeniz gerekiyor.

27 Nisan 2010 Salı

MEVYE ve ZEBSE reyonumuz açılmıştır.

imdi diyeceksiniz ki nedir burası?
Burası tamamiyle Zengin ve Yüksek Mevki sahiplerine hitap eden ve onların alım gücüyle doğru orantılı fiyatları ve özellikleri belirtilmiş yiyecekleri içeren sayfalardır.

MEVYE; Mevkisi yüksek olanların Yediği Meyveler.
ZEBSE; Zenginlerin Bulabildikleri Sebzeler.

Açıklamayı kafadan yapalım da sonrada fiyatlarımız neden yüksek, arkadaş bu domatese benziyor bunun adı Fışfış olamaz falan filan yapmayın.

Görsel olarak bildiğiniz bu yiyeceklerin isimleri tamamiyle sizin fakir olarak anlayamayacağınız şeyler olabilir, üzülmeyin hepimiz bir dönem fakirdik.

19 Haziran 2009 Cuma

Ben hiç çok ciddi kararlar alamadım, karar alanlara arkadan baktım.

Müthiş derecede güzel bir Umut Sarıkaya yazısı, sadece burda dursun istedim.

'Basarsan alırsın'lı 'koşu yoluma at'lı klasik bir maçtı. Terden saçlarım birbirine yapışmış, boynumdaki kir çizgileri, güneşin altında başım zonklaya zonklaya oynuyordum. Takım olarak ise gerçekten rezil bir durumdaydık. O kadar kötü bi durumdaydık ki kalecimiz kendini bilmez bi şekilde sanki sol açık gibi topu alıp karşı takımın kalesine doğru artistik çalımlar eşliğinde ilerlediği bi anda topu kaptırmıştı ve onların ceza alanına doluşmuş tam kadro olarak bittiğimizi resmileştiren golü izlemiştik. Karşı takımın oyuncusu bizim bomboş ceza alanımızı geçip boş kalemizin önünde topu ayağıyla sabitledi ve yere eğildi. Sonra kafası ile topu yavaşça sürdü kalemize doğru. Böyle bir gol, siz sevgili okurlarımın da bildiği gibi normal bir mahalle takımını dağıtmasına, golü yiyen takımın kaptanının topu tutup havaya rasgele degaj çekip uzaylamasına sebebiyet vermesine, ardından dikilen topun sahibinin aşağıdaki bayırda topun peşinden küfür ederek koşmasına ve maçın bitmesini sağlamasına rağmen biz maçı bitirmedik.

Kaleye doğru gidip ''ver lan eldivenleri ben geçicem kaleye. Sen bas! Kıran kırana oynuycaz'' diyerek ittim denyo kalecimizi. Tecrübeli bir file bekçisi gibi direğe yaslanarak taktikler veriyordum takımıma. Ama kimse beni dinlemiyordu. Umursamadım bağırmaya devam ettim. Yavaş gelen bir aşırtmayı çift yumrukla bertaraf etmek isterken yanlışlıkla içeri aldım. Eski kalecimizle göz göze geldik. Çabuk hareket edip topu alıp sanki daha deminki salak ben değilmişim gibi millete ileri gitmesi için bağırarak degaj çektim ama ileri doğru gitmesi gereken top, ayağımın dışına gelerek sağ yanıma düştü. Zalim top, rakip takımın santraforunun önce göğsünde yumuşamış sonra da ayağının içinde yerini bulmuştu. Üzerime doğru şut çekmek için geliyordu. Her şey boka sarmıştı, belli ki bir mermi kıvamında gelecekti şut. Tırstım... Top resmen tsubasanın yamuk topu gibi geliyordu üzerime zıplayarak kaçılmaya çalışırken götümün yanı ile baldırım arasına çarparak zıbarttı beni. Sanki topu tutmuş gibi oldum. Ama ceza sahamızdaki tehlike bitmemişti. Biraz zıbardıgımdan reflesksel olarak hareket ettiğim için, biraz da benden başka kimse olmadığı için topu ayağıma alarak şık hareketlerle ilerledim. Orta sahayı geçince ''oluyo lan'' diye düşünüp iyiden iyiye gaza geldim. Diziyordum resmen lavukları. Ama birden iki kişi girince dengemi kaybettim yan taraftaki tellere tutunup çalıma öyle devam ettim. Mücadele uzayınca yere düştüm yerde oturarak çalıma giriştim. Yine siz sevgili okurlarımın bildiği üzere yere oturarak yapılan mücadele, mücadelelerin en rezilidir, futbol tarihinin yüz karasıdır.

Tam o sırada çocukluk arkadaşım, can yoldaşım, hemşerim, biricik dostum Namık’ı gördüm. Ben ağzım açık oturduğum yerden Namık’a bakarken top ayağımdan alındı ve yine golü yedik. Gol tanıdık, rezillik tanıdık ama Namık farklıydı. Adam çıkarıp hemen oyuna dahil olması ve takıma dahil olması ve takımı kurtarması gerekirdi normal şartlarda ama öyle yapmadı. Elleri cebinde öylece bizi büyük bi ciddiyetle izledi. Oyun en sonunda havaya dikilen degajla bitti, top bayıra gitti. Top sahibi bayıra ben Namık’ın yanına koştum. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Ne güzel kir pas içinde, itişe kakışa oynuyorduk, neydi bu temizlik, neydi bu mesafe tam anlayamamıştım. Garip bir şeyler oluyordu. Bana cebindeki kutudan bi sakız verdi. Karşılıklı konuşmadan çiğnedik bi müddet. ''Biz bugün köye gidiyoruz. Üç ay yokuz'' dedi. Sevgili dostlarım şimdi tam anlatabilir miyim bilmiyorum ama o gün ilk defa bireylerin değişmesinin beni ne kadar korkuttuğunu anladım. Sanki hep öyle devam edecek sanarken, insanların bir takım kararlar alması, birden ciddi bir mesafe takınması çok koydu bana. En yakın arkadaşım çok yabancı geliyordu lan! "İyiydik lan. Nereden çıktı bu köy'' demek istedim. Sonra anne baba ve kardeşi geldi. Bavulun bir ucundan tutup bayırdan aşağıya doğru yürüdü gitti tertemiz yeni yıkanmış Namık. Arkasından bakakaldım. Boğazıma bir şeyler düğümlendi. Ağzımdaki sakızı biraz önüme tükürüp sakıza bir şut çektim sonra geriye doğru koşarak top sahibinin elindeki topa vurup düşürüp elime aldım, uzayladım. Top bayıra doğru gitsin istedim ama Namıkların terk edilmiş balkonuna düştü. Bayıra son bi kez baktım, arkasına bakmadan gidiyordu. s.keyim böyle hayatı dedim.

Çok sonraları, dört yıl önce, yine böyle bi yaz, mühendisliği anlamsız bir şekilde, ortada hiçbir neden yokken bırakıp zağar gibi sokaklarda gezdiğim sıralarda aynı duyguyu yeniden hissettim. Kız arkadaşımla Beşiktaş’taki çay bahçesinde oturuyorduk. Namık ciddiyeti vardı suratında. Ben ''bi çay daha içer misin'' diyecekken söz girdi ve ''Ben geleceğimi düşünmek zorundayım umut. Kusura bakma'' dedi. İyiydik lan demek istedim diyemedim. Gidişini izledim. ''Artık kaşar oldum, bi daha hissetmem'' derken bu sefer asker ocağına sigarayı bırakmaya çalıştığım sıralarda yakaladı beni duygu. Telefondaki ses çok ciddiydi bu sefer. İyiydik lan diyebildim bu sefer. Telefonu kapattım. Ağladım, çok ağladım. Ağlarken sakızım ağzımdan düştü. Ben hiç çok ciddi kararlar alamadım, karar alanlara arkadan baktım.

Umut Sarıkaya